Karahasanlıların Sportif Yarışmaları

KARAHASANLILARIN SPORTİF YARIŞMALARI

A) Güleş (Güreş):  Karahasanlılarda “Güreş” yerine “Güleş” terimi kullanılır. Güreş müsabakaları, genellikle düğün töreninden sonra yapılırdı. Önce çocuklara güreş tutturulur. Sonra delikanlı gençler güreştirilir. Daha sonra ise yetişkinlerin güreşe girmesiyle esas güreş müsabakaları başlar. (İran ve Türkmenistan Türkmenlerin düğünlerinde de güreş yapılmaktadır. Suriye’deki Golan Türkmenleri de “Güreş” yerine “Güleş” demektedirler.) Güreş yarışmaları şalvar denilen ve kispete benzeyen bir kıyafetle yapılır. Bu şalvar, aynı zamanda güreşte birinci olan pehlivana ödül olarak da verilir. Başka köylerde yapılan güreş müsabakaları sonucunda birinci olan pehlivanlar, üzerlerinde şalvar ile köye girerlerdi. Ya da bu şalvar bir sopanın ucuna takılarak gelinirdi.

Güreş konusunda, Törkören köyü mensupları camia içinde ve yörede belli bir yere sahiptir. Camianın meşhur pehlivanları arasında Aligül BİNİŞ, Ali KARAKUŞ, İmam BİNİŞ, Ali BİBER, Ali ALTUN (Osman oğlu), Mehmet ALTUN (Mamço), Bayram ÖZSOY, Mustafa POLAT ve Hüseyin ALTUN (Cıncık)’u sayabiliriz.

B) Bilek Güleşi (Güreşi):  Bilek güleşi, pazu kuvvetine dayanır. Bu spor, yurdumuzda bilinen kurallara göre yapılır.

C) Tura:  Tura, parmak kalınlığında bükülmüş urganla oynanan bir takım oyundur. Turayı vuracak oyuncu sabit dururken, diğer oyuncu onun önünden seri bir şekilde geçer. Bu geçiş sırasında turacının, en fazla iki kez turayla rakip oyuncunun sırtına vurma hakkı vardır. Sırt dışındaki yerlere vurulması yasaktır. Karahasanlılarda tura, seçilmiş takımlarla oynanmaz. Oyuna önce iki rakip oyuncuyla başlanır. Bu kişilerden en son turayı vuran oyundan çıkar ve onun yerine yakınlarından biri girer. Oyuncular karşılıklı olarak değiştirilerek oyuna devam edilir ve sözü geçen büyüklerden birinin “Oyun bitmiştir.” komutuyla oyun sona erer. Tura oyunu, bünyesinde belli bir oranda şiddet barındırmaktadır. Bu sert oyununun maksadı, daha önce fertler arasında oluşan gerginlikleri, spor yoluyla bertaraf etmektir. Tura oyunu, eski Türklerde oynan Tomak[*] oyununun bir devamıdır.

Karahasanuşağı köyünde Pofo İbrahim Gül, Meryem’in Mahmut (Mommadi Mayre), Kundo Hasan ve Ala Çirro; Türkören köyünden de İbrahim EDİZER, tura oyununu çok iyi oynarlardı. Pofo, Kantarma köyünde tura oynarken, tura gözüne isabet etmiş ve bir gözünü kaybetmiş. Buna rağmen tura oynamaktan vazgeçmemiş.

Hacı Mustafa Efendi’nin oğlu Hasan PAKSOY’un düğünü yapılırken, tura oyunu kurulur. Hasan Efendi kendi düğününde tura oyununa girer. Hasan Efendi’ye göre daha kuvvetli olan rakibi, Belediye zabıtası Ata Çavuş Hasan Efendi’ye vurduğunda, Hasan Efendi’nin canı yanar ve kendini kasar. Bunu gören Hacı Mustafa Efendi, yüzünü buruşturur. İbrahim EDİZER bunu fark eder ve turaya girmek için Hacı Mustafa Efendi’nin gözüne bakarak izin ister. O mübarek zat da göz işaretiyle izin verir. İbrahim EDİZER oyuna girer ve önce Hasan Efendinin rakibini oyun dışı bırakır. Daha sonra da rakip olarak önüne kim çıktıysa adeta kırıp geçirir[1]. Bundan sonrasını, gazeteci yazar Mehmet GÖÇER’den dinleyelim. “1947 yılında, Hacı Mustafa Efendi’nin oğlu Hasan PAKSOY’un düğününde, Türkveren köyünden davetli olan İbrahim EDİZER turaya girer. “İbrahim EDİZER, meydana çıkanları kırıp geçiriyor.” yaygarasını duyan ve bu oyunda da uzman olduğu bilinen Kasap Cuma namı ile anılan Cuma POYRAZ gelerek, sahaya çıkar. Her ikisi de bu oyunun ustasıdır. İkisi de babayiğit mi babayiğit. Birbirlerine turayı vurdukça adeta sırtlarında iz kalır. Git gide kızışan ve 20 dakika geçmesine rağmen bir türlü galibi belli olmayan müsabakayı seyrederken, içi buna elvermeyen, Muhacir Hanifi namı ile anılan, Hanifi EREN, Hint Horozları gibi birbirini hırpalayan yiğitleri; “Yeter artık” diyerek ayırmak zorunda kalır. Turanın, her ikisinin de sırtlarında bıraktığı morartı izleri, ancak 10-15 günde geçer. Elbistan civarında bu muhteşem müsabakadan halen yeri ve zamanı geldikçe söz edilir. Ruhları şad olsun[2].

D) Cirit:  Cirit, at üzerinde oynanan spor dallarından biridir. At üzerindeki sporcunun ciridini rakibe karşı isabetli bir şekilde atmasını, muharebe anında kendisine ve bineğine hâkimiyetini ve bu yolla rakibine üstün gelmesini amaç edinen, kuralları olan bir spordur. Cirit, bir diğer deyimle Çavgan, Türklerin yüzyıllardan beri oynadıkları bir ata oyunudur. Ciritler ya da çavganlar, 70-100 santim uzunluğunda ve 2-3 cm. çapında olurdu. Daha önceleri hurma ve meşe ağacından kutrunda yapılan ciritler, tehlikeli olmaması için, daha sonraları kavak ağacından yapılmaya başlanmıştır. Oyunculara zarar vermemesi için sopaların uçları silindir şeklinde kesilerek yuvarlatılır ve kabukları yontulurdu. Ciritçiler yöresel giyimleriyle atlarına binerlerdi.

Cirit, Türklerin at üstünde oynadığı en büyük tören ve sportif oyundur. Türkler bu oyunu, Orta Asya’dan Anadolu’ya beraberlerinde getirmişlerdir. Alparslan döneminde Anadolu’da oynanan bu oyun, özellikle Doğu ve İç Anadolu’nun farklı yörelerinde daha yaygındır. Daha sonra 16. yüzyılda Osmanlı Türkleri tarafından bir Savaş Oyunu olarak kabul edilen cirit,  19. yüzyılda bütün Osmanlı ülkesi ve saraylarının en büyük gösteri sporu ve oyunu oldu. Cirit, aynı zamanda tehlikeli bir oyun olduğundan 1826 yılında, II. Mahmut tarafından yasaklandı. Ancak daha sonra yine Osmanlı Ülkesinin başta gelen meydan ve savaş oyunu olarak her tarafa yayıldı. Cirit Oyunu, 40-50 yıl öncesine kadar Karahasanlı düğünlerinde oynanmaktaydı.

Cirit Oyununda iki takım bulunur. Bu takımlar 70 ilâ 120 metre genişliğindeki bir alanda karşılıklı olarak, alanın en gerisinde dizilirler. İki tarafın birinden bir atlı öne fırlar, karşı takıma 30-40 metre kadar yaklaşır. Karşı tarafın oyuncularından birisinin adını seslenerek meydana davet eder ve ciritini ona doğru fırlatır. Rakip oyuncu kendisine atılan ciriti yakalamaya çalışır. Ciriti atan oyuncu sonra da hızlıca takımının yanına dönmeye çalışır. Dönerken, karşı tarafın davet edilen oyuncusu onu takip eder ve elindeki ciriti geri dönüp kaçan karşı taraf oyuncusuna fırlatır. Bu kez ilk oyuncunun çıktığı sıradan diğer bir ciritçi onu karşılar. İkinci diziden çıkan, sırasındaki yerini almak için süratle yerine dönmeye çalışır. Bu defa rakibi onu kovalar ve ciritini atar. Oyun böylece sürer. Cirit isabet ettiren ciritçi takımına bir sayı kazandırır. Eğer ciritçi attığı çavganı rakibine değil de ata isabet ettirmişse bir sayı kaybeder.

Ciritçi karşı taraf oyuncusundan kendisini sakınmak için çeşitli hareketler yapar, atın sağına soluna, karnının altına, boynuna ağar. Bazı ciritçiler rakibi kaçıp dizisine ulaşana kadar üç-dört cirit savurarak isabet ettirmek suretiyle sayı toplar. Bu arada başına, gözüne, kulağına cirit isabet eden bazı oyuncuların yaralandığı olur.

E) Omuz Taşı:  Günümüzdeki sporlardan gülle atmaya benzeyen ve güce dayanan bir sportif oyundur. Bu yarışma bir birkaç kişi arasında yapılır. Yaklaşık on kilo ağırlığındaki bir taş omuz üstünden ve tek elle ileriye fırlatılır. Taşı en uzağa atan yarışmayı kazanır.

F) El Taşı:  Dibek Eli ile oynanan El Taşı oyunu da Omuz Taşı gibi güce dayanan bir sportif oyundur. “El”, yaklaşık 35 cm uzunluğunda ve 2 kg ağırlığında, çelikten yapılmış olup, lobuta benzeyen bir alettir. Bu oyunda, oyuncular eğilerek,  El’i iki bacak arasından ileriye doğru fırlatırlar. El’i en uzağa atan oyuncu, oyunu kazanır.

G) Kuvvet Taşı:  Günümüzde kısmen halter sporuna benzeyen güce dayanan bir spordur. Kuvvet taşı, belli bir ağırlıktaki (80-100kg) taşın, yarışmacı tarafından, yerden kucağa alınarak, yüksekçe bir sekinin üzerine konulması şeklinde yapılan bir yarışmadır. Bu yarışma bir birkaç kişi arasında yapılır. Eğer birden çok yarışmacı bu işi başarırsa, bu işleme devam edilir ve en son yorulan yarışmayı kazanır.

H) Sinsin Oyunu:  Sin-sin oyunu, köy düğünlerinde geceleyin ateş etrafında delikanlılarca toplu halde oynan bir oyundur. Bu oyun için, köyün gençleri toplanıp, harman yeri gibi geniş bir alanda, ortaya büyük bir ateş yakarlar. Sonra gençler bu ateşin etrafında genişçe bir halka oluştururlar. Oyuncular, halkanın arasına dağınık şekilde yerleşirler. Oyunculardan birisi, meydana çıkar ve sırtı ateşe dönük olarak, davul-zurna eşliğinde hem ritmik hareketlerle oynar, hem de diğer oyunculara çalım atar. Halkanın içinde bulunan oyunculardan biri seğirterek, bu oyuncuya doğru hamle yapar ve ona vurmaya çalışır. Oyundaki oyuncu da bu hamleden kurtulmaya gayret eder. Dolayısıyla oyundaki oyuncu da bu hamleden kurtulmak için, hem uyanık olmak, hem de hızlı davranmak zorundadır. Sonradan oyuna giren oyuncular da ateşin etrafında aynı hareketleri yaparlar ve oyun ateş sönünceye kadar devam eder. Eskiden, düğünlerde oynan bu oyun, günümüzde artık pek oynanmamaktadır.

I) Korrakiç Oyunu:  Harman yeri gibi bir alanın orta yerine sağlamca dikilen yaklaşık 110 cm yüksekliğindeki bir direğin üst ucu topaç ucu gibi sivriltilir. Diğer yandan yaklaşık 4-5 m uzunluğundaki bir sırığın tam ortasına da yere dikilen direğin sivri ucunun yerleşeceği uyumlu bir çukur açılır.  Bu sırığın oyulan yeri yağlanarak, yere dikilen direğin üzerine oturtulur. Böylece üstteki sırığın havada dengeli bir şekilde yere paralel olarak dönmesi sağlanır. Kor­rakiç, hem yanlara, hem aşağı yukarı hareket edebilen bir düzenektir. Gençler ve çocuklar iki taraflı karınları ile bu di­reğin üzerine çıkarlar ve dönmeye başlarlar. Bu oyun eğlenmek için oynandığı gibi, yarışmak içinde oynanır. Yarışma şeklindeki oyunda, yorulan ya da düşen oyuncu yenilmiş sayılır. Bu oyun adını düzeneğin çıkardığı sesten almıştır.

J) Yüzük Oyunu:  Anadolu’nun birçok yerinde oynanan bu oyun, Karahasanlılarda genellikle düğünlerde erkekler arasında oynanır. Bu oyun, bazen kış geceleri kadınlı erkekli  erişkin grupları tarafından da oynanır. Oyuna katılanlar iki gruba ayrılır. Önce gruplardan birer kişi seçilir. Seçilen bu rakip iki oyuncu, bir tepsi üzerine ters konulan iki fincandan birinin altındaki yüzüğü bulmaya çalışırlar. Yüzüğün hangi fincanın altında olduğunu bilen oyuncunun ekibi oyuna başlar. Tepsiye 12 fincan kapatılır ve birisinin altında yüzük saklanır. Tepsi oyuna başlayan gruptan birisinin önüne getirilir ve yüzüğü tek defada bulması istenir.  Bu işlem genellikle 3 kez tekrarlanır. Yüzük oyunun kaybeden oyuncular, daha sonra kendilerine yapılacak komik veya ucunda dayak olan oyunlara boyun eğmek zorunda kalırlar. Her ne hikmetse düğün sahipleri her zaman yenilen gruba dâhil edilir.

K) Dama:  Dama bir zekâ ve strateji oyunudur. İki kişi tarafından ve on altışar taşla oynanır. Bu oyun genellikle yetişkinler tarafından oynanır. Bu oyunun bir de tutkulu seyircileri vardır. Çünkü oyuncuların ustaca hamleleri seyredenlere büyük bir haz verir.

L) Dokuz Taş:  Dokuz Taş, damanın değişik bir şekli olan bir oyundur. Bu oyun, iki kişi tarafından dokuzar taşla oynanır.

                                                                                                                         
[*] Tomak, tıpkı Tura gibi kalın bir urganla oynanır. Turadan tek farkı, urganın ucundaki meşin içine sıkıştırılmış, yumurta büyüklüğünde keçeden oluşan ve fazla sert olmayan bir kısım vardır.
[1] Aligül BİNİŞ (1928)
[2] Mehmet GÖÇER, Un Sandığı (Bu bilgiyi Cuma POYRAZ’dan almıştır.)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*