Ölü yemekleri, cenaze defnedildikten hemen sonra ölü sahiplerince verilen yemeklerdir. Ölü için yemek vermek, eski Türklerden kalma bir gelenektir. Eski Türkler ölülerine aş vermeyi en önemli görev sayar ve Yoğ Töreni dedikleri törenler düzenlerlerdi. İlk çağlarda aş doğrudan doğruya ölüye verilirdi. Bu aş ya ölen kişinin mezarına konulur ya da üzerine dökülürdü. İslamiyet’in Türkler arasında yayılmasından sonra bu tören sevabını ölü ruhuna bağışlamak üzere, fakirlere yemek, helva vermek şeklini almıştır. Bu aş töreni, en eski devirlerden beri, din ayrılıklarına bakılmadan bütün Türkler tarafında devam ettirilmiştir. Buradan anlaşılan şu ki; nüfusun kalabalık olmadığı bu dönemlerde ölü yemekleri varlıklı ölü sahiplerince ve özellikle de fakirlere verilmekteydi. (Bu yemeğin ne zaman verildiğine dair elimizde bir bilgi bulunmamaktadır.) Ölü için yemek verme geleneği, söz konusu şartlar gözetilmeksizin günümüze kadar taşınmıştır.
Karahasanlılarda aşiret mensubiyeti dolayısıyla, cenazeye iştirak hayli yoğun olur. Definden sonra mevcut cemaatle birlikte köyün tamamı ölü evine giderek Kur’an okutur. Bunu takiben de ölü sahibi tarafından cemaate yemek verilir.
Eskiden ulaşım araçlarının kıt olması nedeniyle ulaşım, ya binek hayvanları vasıtasıyla, ya da yaya olarak yapılırdı. Haliyle yolculuk süreleri uzun sürmekteydi. Bundan dolayı da taziyeye gelenlerin bir şekilde doyurulması ve barındırılması gerekiyordu. Nüfusun fazla olmadığı dönemlerde, hali vakti yerinde olan cenaze sahipleri tarafından, hazırda bulunanlara ölü yemeği verirlerdi. Ancak; taziye için gelenler hem beraberlerinde kesilmek üzere koyun veya keçi getirirlerdi hem de hali vakti iyi olmayan ölü sahiplerine maddi yardımda bulunurlardı. Camia nüfusu artınca, taziyeye gelen misafirler, cenaze sahibinin akraba ve komşuları tarafından ağırlanmaya başlandı. Bu güzel adet 1980’li yılların başına kadar devam etti. Bundan sonraki dönemde hali vakti yerinde olan ölü sahipleri tekrar definden sonra ölü yemeği vermeye başladılar. Günümüzde ise, gücü yerinde olanlar da olmayanlar da cenaze defnedildikten hemen sonra, ölü yemeği vermektedirler.
Bu ölü yemeklerini, hem Türk gelenekleri hem de inanç hüküm ve geleneğimiz açısından yorumlamak gerekirse, karşımıza şu sonuçlar çıkmaktadır:
Milli geleneğimiz açısından konuya bakıldığında bu yemeklerin zengin ölü sahiplerince fakirlere verildiğini görmekteyiz. Dinimiz hükümleri uyarınca, cenaze sahiplerince verilen yemeğin ikram olması sebebiyle yenilmesi, her ne kadar haram sayılmasa da mekruh sayılmaktadır. Zira ziyafet vermek, sevinçli zamanlarda meşrudur. Ölü adına ziyafet verilecekse, fakir fukaranın gözetilmesi ve zaman ve imkânların müsait olduğu şartlarda verilmelidir. Çünkü evinden cenaze çıkan bir ailenin yemek hazırlaması ve ikramda bulunması vakitsiz bir külfet haline gelmektedir. Dahası fakir ailelerin, sayıları bini aşan insanlara yemek vermesi büyük bir maddi yük oluşturmaktadır. Ayrıca bu aileler yemek telaşı nedeniyle kendi acılarını yeterince yaşayamamaktadırlar. Bunun yerine, acılı cenaze evi halkına, en az üç gün boyunca, akraba ve komşuların yemek vermesi hem müstehaptır hem güzel bir gelenektir hem de sünnettir. Nitekim Peygamberimiz, komşu ve akrabalarının cenaze evine yemek götürmelerini tavsiye etmiştir.[1] Hz. Cafer şehit olunca, Peygamber efendimiz, “Cafer ailesine yemek yapın. Çünkü onların başına büyük bir iş geldi.”[2] buyurdu. Diğer taraftan, ölen kişinin mirasçıları fakir iseler veya aralarında buluğ çağına erişmemiş çocuk, yani yetim var İse, geriye bıraktığı mirastan yemek yapılarak cenazeye gelenlere verilmesi doğru değildir.
Diğer bir önemli yanlış da ölü için, “Yedisinin Çıkması”, “Kırkının Çıkması” ve “Elli İkinci Gecesi” diye okutulan Kur’an ve Mevlitler ile verilen yemeklerdir. Elbette ki ne zaman okunursa okunsun Kur’an okumak sevaptır. Ayrıca dini bir hükmü olmasa da Mevlit okutmak da güzel bir adettir. Ancak “Yedisinin Çıkması”, “Ölünün Kırkının Çıkması” ve “Ölünün 52 Gecesi” gibi uygulamalar, İslam dininde yeri olamayan hurafelerdir Ayrıca bu konuda herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle geceler için özel merasim tertip etmek doğru değildir. Çünkü şu veya bu geceye özel olarak sınır getirmek bidattir. Bazı işlerin ölüye yarar sağlayacağı ve bazı davranışların sevabının onlara ulaşacağı da bir gerçektir. Ölenler için dua ve tasadduk etmek, Kur’an okumak her zaman iyidir. Keza, âlimlerin çoğu, ölen birisi için verilen sadakanın, şartlarına uygun olarak okunan Kur’an-ı Kerîm`in, yapılan duaların ona ulaşacağını söylemişlerdir.[3]
Dolayısıyla doğru bir uygulama olmayan definden hemen sonra herkese ölü yemeği verilmesi bir gelenek olmaktan çıkarılmalıdır. Çünkü gelenek haline gelen bu uygulama nedeniyle acılı aileler, ya gözyaşları arasında bu telaşı yaşamak zorunda kalıyorlar, ya da acılarını içlerine atmak zorunda kalıyorlar. Ayrıca fakir aileler bundan dolayı büyük bir mali yük altına girmektedirler. Diğer taraftan günümüzde, hem araçların çokluğu hem de yolların müsait olması nedeniyle ulaşım oldukça kolaylaşmıştır. Yani Karahasanlı köylerinden taziyeye gelenler, acıkmadan eve dönebilirler. Uzaktan gelen misafirler de akraba ve komşular tarafından misafir edilmelidir. Ayrıca güzel bir geleneğimiz olan en az üç gün boyunca akraba ve komşular tarafından cenaze evine yemek götürme geleneğine devam edilmelidir.
Yukarıda izah edildiği üzere, ölüler için, Kur’an ve Mevlit okutmak maksadıyla Yedisi, Kırkı ve Elli ikisi gibi özel günlerin seçiminden uzak durulmalıdır.
____________________________________
[1] İbn Mâce, Cenâiz, 59
[2] Ebû Dâvud MaaAvn’il-Mabud 3/164
[3] Nevevî, Fetâvâ 92; Ibn Âbidîn, el-Ukâd l1/297