Okumak ve yazmak; kişiye genellikle bir zenginlik katar ve onu bilgiyle donatır, kişinin lisanını düzeltir, konuşmada serilik kazandırır, kişinin muhakeme kabiliyetini geliştirir ve kişiye kültürel bir katkı sağlar. Okumak ve yazmak derin bir kültürdür.
Yaşı ellinin üzerinde olan, okumuş kesimin genelinde, okuma yazma zenginliğinin özelliklerini görmek mümkündür. Okumanın ve yazmanın önemini çok iyi bilen bu yaş grubunun, okuduğu ortalama kitap sayısı binin üzerindedir. Onların dönemde kitap okumak adeta bir mecburiyetti. Çünkü okumadan bilgi sahibi olunamıyordu ve herhangi bir konuda fikir belirtme imkânı olmuyordu. Haftada ortalama bir kitap okuyan bu nesil için “Ayaklı Kütüphane” benzetmesi yapılıyordu. Öyle ki o donanımları sayesinde, hangi konuda olursa olsun, mutlaka söyleyecek anlamlı bir şeyleri oluyordu. Onlar okumayı sevdikleri gibi, düzgün yazmayı da seven bir nesildi. Argo yazmayı sevmezlerdi. Konuşmaları da yazmaları da edep çerçevesinde cereyan ederdi.
Bir de kasaba ve köylerde, çok okuyan olsun, az okuyan olsun, herkesin, eşe-dosta mektup ve tebrik kartı yazıp, gönderme gibi çok güzel bir alışkanlığı vardı. Bu mektupların ve kartların fevkalade kibar ve nazik bir dili vardı. Gerek, askerlik, gerek başka nedenle gurbette olanlarla mektuplaşmak bir gelenekti. Bu karşılıklı mektuplaşmalar muhabbetin pekişmesine vesile oluyordu. Mektuplarda ve kartlarda yazının güzelliği için gösterilen itina, lisanın hoşluğu için de gösteriliyordu. Mesela bir asker evliyse ve anne babası sağ ise, eşine doğrudan selam göndermezdi ve şöyle bir hitap kullanırdı: “Cümle ev halkına ayrı, ayrı mahsus selam eder; anamın ve babamın o mübarek ellerinden, hürmet ve hasretle incitmeden öperim. Nasılsınız? İyi misiniz? İnşallah hepiniz iyisinizdir…” Bu mektuplara aynı nezaketle cevap yazılır ve memlekette olup bitenden de ayrıntılı olarak haber verilirdi. Ayrıca köyün ihtiyarları akşamları, köy odası gibi belli yerlerde, bir araya gelirlerdi. Burada gece yarılarına kadar, Hz Ali’nin cenkleri; Battalgazi’nin ve Ebâ Müslim Horasânî’nin serüvenleri; Leyla ile Mecnun’un, Kerem ile Aslı’nın, Ferhat ile Şirin’in, Arzu ile Kamber’in, Tahir ile Zühre’nin ve Yusuf ile Züleyha’nın hikâyeleri okunurdu. Bu okuma işini genellikle köyün talebelerinden biri yapardı.
Ne yazık ki; bu güzel okuma ve yazma kültürü, televizyonun, bilgisayarın ve internetin hayatımıza girmesiyle, aşama, aşama zayıflayıp, kaybolmaya yüz tuttu. Zamanla da kitaplardan iyice uzaklaştık. Bu teknolojik araçların birçok faydalı tarafı olmasına rağmen kitap okuma ve bir şeyler yazma geleneğine sayısız zararları olmuştur. İnsanlar artık kolay, kolay bu araçlardan vakit ayırıp, bir kitabın kapağını açmıyor. İhtiyaç hissettikleri tüm bilgileri, kitap gibi basılı kaynaklardan aramak yerine, pek de güvenli olmayan internetten karşılama yoluna gitmektedirler. İnsanları kitaplardan uzak tutan diğer bir faktör de cep telefonlarıdır. İnsanlarda bağımlılık oluşturan cep telefonları, zaman israfının da bir numaralı aktörü haline geldi. Neticede zamanlarını televizyon, bilgisayar, internet ve cep telefonlarıyla geçiren insanlar, kitap okumayı adeta terk ettiler.
Diğer taraftan yazı yazma kültürü de yok olmak üzeredir. Artık kâğıda yazı yazılmıyor. Not tutma işi bile bilgisayara, tablete veya telefona yazılarak yapılıyor. Başta gençler olmak üzere, kimse artık neredeyse kâğıt, kalem kullanmıyor. Bir yerde kâğıt, kalem lazım olsa, en az beş kişiye “Kâğıdınız, kaleminiz var mıydı?” diye sormak zorunda kalınıyor.
Son zamanlarda E-kitap gibi uygulamalar sayesinde insanlar okunacak kitaplara daha kolay ulaşabiliyorlar. Bu şekilde de olsa, kitap okunması elbette güzel bir şeydir. Ancak, okurken kitabın kokusunu almak, önemli hususların altını çizmek, çabuk fark edilsin diye satırların üstünü boyamak, kitabın arasına fiş yazıp koymak, sayfaların kenarına not düşmek, bambaşka bir şeydir; yazarken de kâğıda duygularla beraber gözyaşı dökmek, içlenmek, gülümsemek, kurşun kalemin veya mürekkebin kokusunu hissetmek farklı bir tattır.
Dolayısıyla toplumumuzun geneli kitap okumayı ve bir şeyler yazmayı sevmiyor. Yılda ancak, ortalama bir-iki kitap okuyorlar. Değeri ve önemi ne olursa olsun, uzun metinler okunmuyor. Bu yüzden de makaleler, köşe yazıları gibi metinler kısa tutulmaya çalışılıyor. Okuyucular, özellikle de gençler, yazıların özetini istiyorlar. Hatta özetin, önemli yerlerinin koyu puntoyla yazılmasını ve altı çizili olmasını istiyorlar. Bütünlüğünden taviz verilemeyecek akademik metinler bile parçalara bölünerek yayınlanıyor. Çünkü birkaç sayfalık yazıları bile ilgileri dışında kimse okumuyor. Kişiler kendisini doğrudan ilgilendiren bir konu olsa bile, yazı çok uzun diye okumaktan vazgeçiyorlar. Öyle ki altına imza attıkları senet, sözleşme ve taahhütname gibi, bağlayıcı hükümler içeren belgeleri bile baştan sona okumuyorlar. Sonra da başlarına gelmedik sıkıntı kalmıyor. Toplumu ilgilendiren konularda ise okunması gereken metinler, belgeler gerektiği gibi okunmuyor. Mesela üye oldukları bir derneğin veya benzeri bir kurumun tüzüğünü okuyan kaç kişi vardır? Kısacası okumak ve yazmak güzeldir. Hele de faydalı olanı okuyup yazmak daha da güzeldir.