İskân Politikası ve Yok Olan Ormanlarımız

17. Yüzyılda, konar-göçerlerin; terkedilmiş, harap ve boş alanlara yerleştirilmesi, yerlerini terk edenlerin eski yerlerine yerleştirilmesi, yaylak ve kışlaklarına iskân edilmesi, bir kısım konar-göçerin de sürgün yoluyla iskân edilmesi ihtiyaç haline gelmişti. Diğer taraftan, hareketli olduklarından dolayı, konar-göçerlerden vergi toplamada, askere almada ve şekavetlerinden dolayı ceza uygulamada güçlük çekiliyordu. İşte bu sebeplerden dolayı konar-göçerlerin bir an önce iskâna tabi tutulması gerekiyordu. Neticede Osmanlı İmparatorluğu, çeşitli kanunlar çıkartarak, “Harap ve sahipsiz yerlere oymakların yerleştirilerek yeniden ziraate açılması” şeklindeki bir siyaset takip etmiştir.[1]

Bu iskân siyaseti sonucunda, 17. Yüzyıldan itibaren, konar-göçerlerin büyük bir kısmı zor da olsa peyderpey iskân edilmiştir. Yerleşik hayata geçen konar-göçerler, önce derme çatma evlerde, peykler üzerine çadırlar açmak, ya da çalı-çırpı ve kamış gibi malzemelerle kapatmak suretiyle yapılan barınaklarda kışladılar. Daha sonra ise yine taştan veya kerpiçten yapılan ve üstü hezenlerle, merteklerle ve ardalarla kapatılan evler inşa ettiler. (Bazı yörelerde ise bu evler tamamen ahşaptan imal ediliyordu.) Ayrıca bu evler için gerekli olan kapı, pencere, ambar ve dolaplar da yine ahşaptan imal ediliyordu. Bütün bunlar için gerekli olan ağaçlar ise o güne kadar fazla zarar görmemiş olan ormanlardan temin ediliyordu. Evlerin ısıtılması ve yemek pişirilmesi büyük ölçüde ormanlardan kesilen odunlarla sağlanıyordu. (Isıtma ve pişirme işi için ayrıca hayvan gübresinden yapılan kemre ve tezekler kullanılıyordu.) Evlerde soba kullanımına geçildiğinde odun ihtiyacı kat kat artmıştı. Bu odunların tamamına yakını ormanlardan kesilip getiriliyordu.

Ormanlara verilen zarar, 17. Yüzyıldan, 20. Yüzyılın başlarına kadar yoğun bir şekilde devam etmiştir. Kısacası nüfus arttıkça kesilen ağaç miktarı da artmıştır. Önceleri ev, ahır, samanlık ve ağıl yapımı için, ormanlardan ihtiyacen ağaç kesilirken, daha sonraları ticari maksatla da ağaç kesimi yapılmıştır. Yirminci yüzyılın ortalarına gelindiğinde Doğu ve İçanadolu bölgelerindeki ormanlarımızdaki ağaçlar iyice seyrelmiştir. Harita Genel Komutanlığı tarafından düzenlenen  bir orman haritasında, 1950 yılında Karahasanlıların Nurhak dağlarındaki yaylalarının orman ile kaplı olduğu ve bazı ağaçların da 70 m. boyunda olduğu kaydedilmiştir.[2] Bu döneme ilişkin olarak bilgi veren babam Aligül BİNİŞ de“Bundan 70-80 sene önce Karahasanlıların Nurhak Dağlarındaki 90 bin dönümlük yaylalarının büyük bir bölümü ormandı. Ormandaki ağaç kesimleri tamamen kontrolsüz ve plansız bir, bir şekilde yapılıyordu. Ardıç gibi kökten yeşermeyen ağaçlar tekrar canlanmıyordu. Kökünden canlanan ağaçlar ise daha büyümeden yakacak ve başka ihtiyaçlar için tekrar kesiliyordu. Ağaçlar bitince ahali bu sefer daha önce kesilen ağaçların köklerini söküyordu. O dönemde ahali şuurlu değildi; jandarma karakolu da bu işe pek mani olamıyordu. Bizi bilgilendiren ve yönlendiren olmadığı için kesilen ağaçların yerine yenisi de dikilmiyordu. Neticede benim çocukluğumda orman olan yaylalarımız 30’lu yaşlarımda tamamen çıplak hale geldi.”[3] demiştir.

Diğer taraftan, ziraat yapmaya zorlanan konar-göçerler genellikle, kendilerine tahsis edilen mevcut arazilerle yetinmeyerek, orman alanlarındaki ağaçları bazen keserek, bazen de orman alanlarını yakarak ziraata açmışlardır. Bütün bunların yanı sıra bir de tedbirsizlik kazaen orman yangınlarına sebep olmuşlardır.

Neticede, hızlı bir şekilde yerleşik hayata geçişin meydana gelmesi ve yerleşik hayatın gereği olan evler ve bu evlerin müştemilatı için büyük ölçüde ağaç kullanılması, ziraat veya başka maksatlarla orman alanların yok edilmesi ve orman yangınlarının çıkartılması, yaklaşık iki buçuk asır gibi bir sürede ormanların yok olmasına sebep olmuştu. Kısacası “Yaş kesen, baş keser!” diyen ataların torunları, korumadan uzak olan ormanları bitirme aşamasına getirmişti. Devlet ise konar-göçerlerin iskân edilmesi uğruna ormanların yağmalanmasına adeta göz yummuştu.

__________________________________
[1] Halaçoğlu, Yusuf, XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi
[2] Harita Genel Komutanlığınca düzenlenen harita. (1950)
[3] Aligül Biniş, Allo oğlu, 1928 doğumlu, Türkören mahallesinde mukim.
Bazı Terimlerin Anlamı :
Peyk: Yaklaşık 1m yüksekliğinde taşla örülmüş duvar
Hezen: Geniş evlerin üzerine konulan ve uzunluğu 10m, çapı ise 40-50 cm civarında olan düzgün ağaç.
Mertek: Yaklaşık 3-4m uzunluğunda ve 20-25cm çapında olan düzgün ağaç.
Arda: Ardıç ve benzeri ağaçların 1-1,5m metre uzunluğunda, 20-25cm eninde ve 7-8cm kalınlığında dilimlenerek elde edilen ahşap parçası.
Tezek: Yakıt olarak kullanılan kurutulmuş sığır dışkısı.
Kemre: Süpürülmeyen gübrenin sığır ve davarın ayakları altında ezilip sıkışması ve sonra da kuruması sonucunda oluşan tezek.